Kim kimi hançerlemeli?

Yok hayır! İç siyasal hançer söylemine değil, uluslararası hançerleme önerilerine dair bir gözlemi sunmak istiyorum.

Gün geçmiyor ki, akademik bir omurgası (henüz) olmayan jeopolitik analiz alanında uzmanlığını ilan etmiş bir kişi, kendisi gibi kerameti kendinden menkul bir internet sitesinde (örneğin, Brussels Signal: brusselssignal.eu veya National Interest: nationalinterest.org) “Rusya dağılıyor,” “Çin çöküyor” diye başlayan ve ABD yönetimine bu süreci hızlandırması için neler yapması gerektiğini anlatan bir yazı çıkmasın.

Bu arada, eskilerin Rüşvet-i kelâm (lip service-göstermelik saygı) dedikleri türden, Türkiye’ye bir ucundan tutup, bir hançer uzatıyorlar ki, anlıyorsunuz Türkiye onların gözünde hala Osmanlı’yı yıkıp, onun yerine kurdukları söz dinleyen bir ülke olsa gerek: Türkiye bu hançeri alıp, önce Putin’i, sonra Şi’yi sırtından vursun. Bu zevatın gözünde çok zor olmasa gerek, ulusların uluslara, ittifaklara ihaneti.

Bu sözüm-ona analizlerin ortak tarafı, etek altından sopa gösterme türü uzun bir Amerika tasviri ile başlaması. Doğrudur; ABD şu anda 5 okyanusun tamamında donanma bulunduruyor. ABD’den habersiz başka bir ülkenin savaş gemisi bağlı olduğu limandan bile ayrılamaz. ABD’nin elindeki nükleer silahların sayısını savunma ve diploması kurumları bile tam olarak bilmediği için, Trump’ın başkan olduğu sırada sorduğu “Kaç atom bombamız var?” sorusuna cevap vermediler. ABD bugün istediği ülkede, herhangi bir 5 kilometrekare yeri hassas şekilde bombalar! (Bu hassas ABD bombalarını Netanyahu geçen hafta Gazze’de kullandı; çevredeki bütün çadırlar, kadınlar ve çocuklar yandı.) ve evet doğrudur: ABD’nin dünya çevresinde 750 askeri üssü var; buradan hareketle istediği (orta boy) bir ülkeyi en çok üç hafta içinde işgal edebilir. (Büyükçe ülkeler biraz daha fazla zaman ve müttefik gerektirebilir!)

Bu analizin devamı şudur: ABD’nin Bretton Woods, NATO ve Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET, sonradan AB’ye dönüştü) ile oluşturduğu küresel düzen (kimi buna Pax Americana-Amerikan Barışı diyor) artık, korumaması gereken ülkeleri (Çin, Rusya ve İran) ve korumaması gereken serbest dolaşımı (Çin, Rusya ve İran’ın hammadde ithalatı ve mamul madde ihracatı) da koruyor. 

Hemen hemen bütün makalelerin ortak sonuç bölümü şöyle bitiyor: “Çin ABD’nin dostu değildir, en büyük, en esas hedef Çin’dir. Ama önce, Çin-Rusya ittifakını devreden çıkarmak, yani Çin’in elini-kolunu kesmek için Rusya’nın zayıflatılması, bir bakıma “terbiye” edilmesi gerekir. Bu sürecin başlaması için en uygun hareket noktası İran’dır.

Her ne kadar Tahran’daki mollalar bu kanıda değiller ama ABD’li uzmanlara göre, İran’a karşı harekat, ancak Türkiye’nin bu ülkeye sağladığı koruma kalkanının kaldırılmasıyla mümkün olur. Zıplama taşı, Suriye’de kurulan Rojava Özerk Bölgesi’dir. Türkiye bu bölgenin varlığını kabul etmeli ve PKK’nın Suriye uzantısına itirazdan, onlara karşı olmaktan (mesela hazırlanmakta olan sınır-ötesi harekattan) vazgeçmelidir. Yani Türkiye, Suriye’nin bölünmesine evet derse, ikinci adım İran’ın, Şii Araplar ve PKK’nın İran’daki uzantısı Kürdistan Özgür Yaşam Partisi (PJAK) eliyle işgali ve rejim değişikliğidir.

Bütün bunlar olurken, Gürcistan’ın NATO’ya alınması da tamamlanırsa, Rusya’nın eli kolu bağlanır; Çin’e karşı hareket ve yaptırımlar başladığında ona ne petrol ne de demir-çelik veremez. Sonrasında, “batmaz uçak gemisi” Tayvan üzerinden Mao’nun kurduğu Çin birliğini bozma harekatı tamamlanır. NATO genel sekreteri Stoltenberg’in durduk yerde “Çin Ukrayna Savaşı’nı körüklüyor” diye demeçler vermesi; medyanın Çin Devlet Başkanı Şi’nin beş yıl sonra ikinci Avrupa gezisini sanki bir çıkartma harekatı imiş gibi abartarak vermesi boşuna değil.

Yani bütün bu plan ve program, Türkiye’nin İran’ı ve Suriye’yi sırtlarından hançerlemesini bekliyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir